Öğrencilik yıllarını da sayarsak kırk yılı aşkın bir süre hekimlik mesleğiyle iç içe geçti ömrüm. Acısıyla tatlısıyla bir sürü anı da birikti elbette. Ama beni en çok etkileyen, belki de mesleğimde iyi olmamı sağlayan ikisini anlatacağım size.
Tıp fakültesi üçüncü sınıfta uygulamalı bir halk sağlığı dersi vardı. Hacettepe’nin hemen yanındaki Hamamönü mahallesindeki gecekondularda yaşayan çocuklu ailelerle görüşür, evlerine gider, varsa sağlık sorunlarına yardımcı olurduk. Dersin bir bölümü de birebir hocalarımız eşliğinde polikliniklerde olurdu. Yine bir ders öncesi, poliklinikler henüz kilitli olduğundan genişçe bir bekleme salonunun bir köşesine çömelmiş ve elimdeki notları karıştırıyordum. Bu arada aileler de çocuklarıyla birer ikişer geliyor ve banklarda oturarak bekliyorlardı. Bir ara notlardan başımı kaldırıp salona baktım ve bir anda 4-5 metre ileride, bankta oturan annesinin yanındaki 3 yaşlarında sarışın bir erkek çocuğuyla göz göze geldim. Çocuk dikkatle bana bakıyordu, şaşırmıştım aslında, ben de gözlerimi kaçırmadım ve 15-20 saniye bakıştık. Sonra hiç beklemediğim bir şey oldu ve çocuk annesinin elini bırakıp koşarak bana geldi ve boynuma sarıldı. İnanamadım önce, ama gerçekti ve çocuk sımsıkı bana sarılıyordu. Ben de ona sarıldım bir süre. Sonra poliklinikler açıldı, annesi gelip çocuğu aldı, bir daha o çocuğu hiç görmedim, ama o çocuk sarılışındaki sıcaklığı hiç unutmadım.
İkinci anım da yine bir çocukla ilgili. Aile hekimliği uzmanlığının çocuk rotasyonunda Ankara Sami Ulus çocuk hastanesinde bir gece nöbetinde 11 aylık bir kız getirdiler, viral bronşiolit olmuş, soğuk oksijen çadırı, rutinler için kan alma, muayene vb. işimizi yapıyoruz, ama bunu yaparken de ister istemez çocuğun canını yakıyoruz. Neyse, ertesi sabah çocuk rahatladı, evde tedavisini verdik, bir hafta sonra kontrola çağırarak taburcu ettik. Onca koşuşturmanın arasında benim unuttuğum o çocukla, elimde laboratuvara yetiştirilecek kan tüpleri ile merdivende karşılaştık. Annesinin kucağındaydı, görünce ben de hatırladım ve “Siz geçin, ben hemen geliyorum.” Dedim ve bu cümleyi kuracak kadar kısa bir süre annenin karşısında durmak zorundaydım. İşte o anda annesinin kucağındaki çocuk kollarını bana uzattı ve bana gelmek istedi. Yine şaşırmıştım ama çocuğu kucağıma aldım, annesini servise gönderdik, laboratuvara birlikte gittik, serviste kontrol muayenesini kucağımda yaptım, çok şükür iyiydi. Muayene bitti, annesine vereceğim, çocuk boynuma sarılıp benden ayrılmak istemiyor. O çocuğu da bir daha hiç görmedim. Kendimde bir olağanüstülük de aramıyorum, muhtemelen iki çocuk da beni tanıdıkları birine benzetmişlerdir, ama bende bıraktıkları çocuksu samimiyetin sıcaklığı hiç soğumadı.
Hekimlik insanı sevmekle başlar, başlamalı. İyi bir hekim tüm canlıları sevmeli. Çünkü canla, hayatla ilgili mesleğimiz.
Ama son zamanlarda yaşanan sağlıkta şiddet olaylarını derin bir üzüntüyle izliyorum. İnsanlara can vermeye çalışan meslektaşlarımın kendi canlarının derdine düşmek zorunda bırakılması kabul edilemez. Bu konuda söylenecek çok şey var aslında, ama sayfanı izleyen saygıdeğer dostlarının keyfini kaçırmamak için susuyorum..
Dr Hasan AKPINAR
16.09.2020
Sevmek yürek ister.Sevecekse insan candan sevmeli.bence doktor olunmaz.doktor doğulur.Tıpkı Sizin gibi.
Yürekten katılıyorum size. Çok teşekkürler.