

Süpürge ve şapka bulundu! Şimdi masal gelsin mi? 🙂
Süpürge ve Şapkanın Masalı:
Şapkadan Çıkan Barış
Bir zamanlar, yemyeşil dağları, ovaları, oluk oluk akan nehirleri, buz gibi soğuk pınarları olan bir ülkede tatlı bir cadı yaşarmış. Tatlı cadı yardım etmeyi çok severmiş ve yardım ettikçe mutlu olurmuş.
Zaman böyle akıp giderken tatlı cadı yardım edemez olmuş. Çünkü süpürge ve şapkasını kaybetmiş. Üzgün üzgün dolaşmaya başlamış. Onu bu şekilde görenler “Ne yapmalı? ” Diye çareler aramış. Komşu şehirlere haber salmışlar. Tatlı cadı bir türlü şapka ve süpürgesini koyduğu yeri hatırlayamıyormuş. Bu duruma çok üzülmüş; öyle ki yemekten içmekten kesilmiş.
Günler böyle geçerken; hiçbir şey yapmadan üzülmenin çare olmadığını anlamış. Şapkası ve süpürgesini aramaya başlamış.
Daha önce ağaç eve bakmak aklına gelmemiş. Kafasını kaldırmış ve bir bakmış ki süpürge ağaç evin kapısına asılıymış. Ne yani bunca zaman buradalar mıymış; bunun için mi üzüldüm böyle?” Demiş. Koşarak gidip almış. Şapka da hareketlenmiş ve cadının başına konmuş. Cadı sevinçten havalara uçmuş. Süpürgesi ve şapkasıyla; yeniden yardım etmeye hazırmış.
Cadı süpürgeyle şapkasıyla mutlu ola dursun; dünyanın merkezine yakın bir ülkede olanlar tüm dünyada yankılanmaya başlamış.
Bu ülke hurma ağaçlarıyla bezeli bereketli toprakları olan bir yerdeymiş. Başında da bir kral varmış.
Bu kral o kadar bencilmiş ki kimselere rahat vermezmiş. En sevdiği oyun komşu ülkelere gülle atmakmış. Tozu dumana katmaktan garip bir haz alırmış. Komşu ülkelerse bu duruma çok üzülürmüş.
Gel zaman git zaman herkes kraldan canavar diye bahsetmeye başlamış.
Günler yıllar böyle birbirini kovalarken, komşu ülkeler tatlı bir cadının süpürge ve şapkasını sonunda bulduğunu öğrenmişler. Sesimizi nasıl duyuralım da bize yardıma gelsin diye çareler aramaya başlamışlar.
Meğer cadı da; o günlerde iki komşu ülkeyi, canavar diye ünlenen kralı ve yaptıklarını düşünür dururmuş… Güllelerin gürültüsü o kadar ayyuka çıkmış ki, duymayan kalmamış. Bunu tatlı cadı da duymuş.
Cadı düşünmüş de düşünmüş, ne yapmalı ne etmeli?
Demiş: Bütün kuşları toplamalı. Anka kuşuna da haber salmalı! Gideceğimiz yer Kaf Dağı değil ki yolu göstersin bize; biz yola çıkalım da, duyar gelir illaki…
Sonra da şapkasını takmış, süpürgesine atlamış. Cadı önde, kuşlar arkada çıkmışlar yola…

Az gitmişler uz gitmişler, yağmur şimşek fırtınalara yakalanmışlar, bulutları aşmışlar. Sonunda gidecekleri yere varmışlar.
Gördükleri onları hiç şaşırtmamış. Her şey tam da duydukları gibiymiş. Ortalık toz duman… Taş taş üstünde kalmamış, her yer viran… İnsanlar çil yavrusu gibi dağılmış, ortalık feryat figan…
Gülleleri attıkça canavarın attığı kahkaha tüm sesleri bastırıyormuş. Canavar bütün canları topluyor; kimseye oyun hakkı vermiyormuş.
Cadı ve kuşlar bekledikleri zamanının geldiğine karar vermişler. Bunun için toz dumanın azalması gerekiyormuş. Cadı çok fazla müdahale etmeden zamanı hafifçe bükmüş. O sırada etraf aydınlanmış, güneş bulutların arasından çıkarak yeryüzüne gülümsemiş.
Bunlar olurken, bir bakmışlar ki Anka kuşu da yanlarına gelmiş. Anka kuşu cadıyı ve kuşları olabildiğince yükseğe çıkarmış. Onlara cesaret vermiş.
Anka kuşu bulundukları yeri işaret ederek “İşte geldik. Burası en iyi yer. Şapkayı buradan aşağıya sallayacaksınız!” Demiş.
Cadı şapkasını aşağıya doğru sallamaya başlamış. Kuşlar şapkanın birer ucundan tutarak cadıya yardım etmişler. Şapkanın içindekiler dökülmeye başlamış. Salladıkça daha da çok dökülmüş… Dökülmüş…
Canavarın şaşkınlıktan ağzı açık kalmış. Gördüklerine inanamamış.
Gökyüzü yeşil, mavi, pembe, alından moruna, renklerin bin bir tonunda çiçekle dolmuş. Üstelik hepsi de mis gibi kokuyormuş.
Canavar daha önce, güneşin bu kadar güzel gülümsediğini hiç görmemiş.
Çiçekler yeryüzüne döküldükçe yayılan koku ile birlikte güneşin karanlıkları delen ışığı canavarın kalbine akmış akmış akmış…
Çocuklar çiçeklerden taç yapıp başlarına takmışlar ve mutluluktan havalara uçmuşlar.
Anka Kuşu, cadıyı ve kuşları yükseğe daha da yükseğe çıkarmış. Çiçekler o kadar çokmuş ki tüm dünyayı bezemiş.
En sonunda da Ağustos böceği ve orkestrası işin başına geçmiş.
Bütün bu güzelliklere kayıtsız kalamayan Canavar da şarkı söylemeye ve dans etmeye başlamış.
Gökten çiçekler döküldü de bu sefer üçe bölmedim. Hani yazana, okuyana, dinleyene falan diye 🙂
Çiçeklerden taç yapalım da takalım, sonra da Allah ne verdiyse çalalım söyleyelim. Halayı da unutmayalım…


Ve de
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” (Nazım Hikmet) diyelim!

Ayrı ayrı kökleri sağlam ve güçlü çınar ormanları gibi olalım!


Konu pek keyifli değil, ama bulunan çözüm bence güzel 🙂
Sizce de öyle değil mi?
https://youtu.be/5mEL0uIKM-0?feature=shared