



Şubat ve Mart 2024’te bana eşlik ettiler. Konuları pek de iç açıcı değildi:
Ortadoğu’da dinmeyen ateş, kaos; şahları, vezirleri, piyonları; NATO, Doğu, Türkiye ve Kürt meselelerinin iç yüzü… Coğrafyanın önemi; iklim krizi yalanı ve niceleri…
Benim için “Olağanüstü, aydınlatıcı ve ilginç bir yolculuk.” (David J. Smith) Oldu.
Ortadoğu’da oynanan kanlı satrancın kazananı yok. Satrancı oynayanlar, güzellikten barıştan anlamıyor. Senaryoları hiç güzel değil. Bu oyunu sevmedim.
İşgaller, savaşlar, güç yarışları… Dünya acayip…
Çorba tenceresinin etrafına oturan ve büyük kaşıklarla çorbayı içmeye çalışanlarla ilgili bir hikâye vardır.
Çorbaya uzanırlar; ancak kaşıklar büyük olduğu için ağızlarına götüremezler. Ta ki biri akledinceye kadar…
Neyi mi?
Biri karşısında oturan diğerini beslemeye başlar. Görürler ki bu iş böyle kolay. Sonunda herkes sofradan karnı doymuş olarak kalkar.
(Hatırladığım kadarıyla bu şekilde yorumladım, ama tam da buna benzer bir hikâyeydi.)
Senin kaşığını şimşirden mi, zeytinden mi; ya da çelikten, altından, gümüşten mi demeden yardımlaşarak karınlarını doyururlar.
Bunu yapmak yerine neden zor olan seçilir?…
İnsanlığın bu dünyaya gelme amacı savaşmak mıdır?…
