Güzeldi çocukluğum

Ne güzeldi çocukluğum. Gidince yine hatırladım. Arkadaşım olan çam ağaçlarından sonra uğradım sokağıma. Yanı başındaydı hemen, konuşsa neler anlatırdı. Okuldan çıkar çıkmaz, birer dilim ekmeğe yağ sürüp fırladığımız, akşam ezanı okunup hava kararana kadar ayrılamadığımız, annemin bizi çağıran sesiyle eve dönüp, sonra yeniden buluştuğumuz, oyunlarımızın tadına doyamadığımız, bizi biz yapan sokağımız…

Bir yanındaki binalar değişmemişti ama içlerinde oturanlar değişmişti. Birinde hiç kimse yaşamıyordu artık. Sokak kapısını açtım, girdim, merdivenleri çıktım, uzattım kafamı. Toz toprak, virane olmuş. Çaldım kapıyı kimse yok. Üç kızları bir de onların nineleri vardı çocukluğumda, inekleri bir de atları. Süt sevmezdim ama ne çok yedim yoğurdunu. Sütü almaya her gidişimde, adaletli koyuşunu seyrederdim komşu teyzemin; maşrapaya oradan da tasıma. Bir yudumunu bile yere dökmezdi. Tepsi elinde salonuna gelişi ve sofrasının etrafında oturup yemeklerini yediğimiz günler geldi gözümün önüne. Hatta ilk enginarı ondan yiyişimi hiç unutmadım. Değişik gelmişti, kusmuştum. Şimdi ise ne severim enginarı. Komşu amcam ise bize matematik çalıştırırdı. Her gidişimde mutlaka bir problem çözüme ulaşırdı. Ne severdik. Oyunlarımızı beraber oynadığımız onların küçük kızı benim de ablamdı. Diğer oyunlarda iyiydim ama yakan top oyununda topu atmayı beceremezdim, beni yine de hep takımına alırdı. Komşu teyzem büyük kızında kalıyormuş şimdi. Diğer komşular ise evlerini satıp, başka mahallelere gitmişler…

Yolun diğer tarafı ise çok değişmişti. Pamuk tarlası ve pamuk deposu yerini kocaman binalara terk etmişti. Çocukken burada pamuk nasıl yetişir’i, mevsimlik işçileri öğrenmiştik. Kasabamız meğer ne kadar büyükmüş de haberimiz yokmuş. Pamuk yine yetişiyor; fedakarlık etmiş göçle gelen konukları ağırlamak için yerini onlara vermiş, biraz daha uzağa taşınmış sadece. Biz boyumuz küçük olduğu için görememişiz o zaman… Yolları çabucak yürüdüm, şaşırdım. Arkadaşım dedi ki: ”Adımlarımız küçüktü o zaman”.

At arabalarına binerdik incir, tütün toplamaya giderken. Traktörler de vardı arada sırada sokaktan geçen. Bir de mobilet, bisiklet, istasyonda da kara tren. Trenle buluşamadım, yol uzundu o zaman. Sokağımız aradaydı, çok nadir geçerdi araçlar, bize zarar vermezlerdi oyun oynarken. En çok ip atlamayı severdim. ”Denizde dalga hoş geldin abla, eteğini topla… ” diyen tekerlemelerle, yanana kadar ip atlardık. Sonra sıradaki atlardı. O kadar çoktuk ki, bir daha ki sıra hemen gelmezdi. Tekerlemeleri hep birlikte söylerdik, sıkılmazdık. Çelik çomak ise çok eğlenceli, saklambaç, bir de ”Yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım alacağına, vereceğine, bir kaşık ayran yarın sabah bayram…” derken mendili bulanın koşması ve hep bir ağızdan  ”Tavşan kaç,tazı tut!” diyerek koşmamız, ne güzeldi hepsi… ”Ahmed’i medi, kuyruğu kedi, bir sıçan tuttu yalamadan yuttu” diye hep bir ağızdan bağırırken Ahmet’e, boyu uzun ve çilleri olan ablamızı ”Çilli çilli çamaşır ipi” diye kızdırırken, ne de keyif alırdık hiç düşünmeden neler hissettiğini…

Çocukluk işte, güzelliği burada, şimdi yapabilir miyiz bunları? Küslüklerimiz olurdu ama sürmezdi uzun, kin tutmazdık, severdik yine. Başparmak ve işaret parmağımızdan küslüğü boz yapardık, açardık yapışan parmak uçlarını, hesapsızca,çıkarsızca yaklaşırdık birbirimize. Ne güzeldi çocukluğumuz tadı damağımızda kaldı. Şimdi, ”Haydi çıkın sokağa!” desem, kaç kişi çıkar ki sokağa?

Cahit Sıtkı Tarancı’nın  ”Çocukluk” şiirini çok severim. Der ki şair:

Affan Dede’ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne yerim var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiç bir şey sorulmasın benden.
Bu bahar havası bu bahçe
Havuzda su şırıl şırıldır
Uçurtmam bulutlardan yüce
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim…

Penceremden İnciler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir