
Bir zamanlar, her köşesi yemyeşil, pırıl pırıl parlayan “Şimdi” adlı bir kasabada, adı Ekin olan genç bir kadın yaşarmış. Ekin’in hayatı, dışarıdan bakıldığında düzenli ve parlak görünse de, kalbinde sürekli bir titreme, ruhunda ise açıklayamadığı bir ağırlık taşırmış. Sanki görünmez bir zincir onu sürekli olarak geçmişe çekiyormuş ve bu yüzden en güzel anlarda bile tam olarak mutlu olamıyormuş. Özellikle ne zaman büyük bir karar alsa, ya da birine gerçekten güvenmek istese, göğsünde soğuk bir rüzgar eser, eli ayağı birbirine dolanırmış.
Bir gün Ekin, kasabanın en bilge kişisi, “Kaynakkâşif” lakaplı yaşlı bir kadının evine gitmiş. Kaynakkâşif, eski ve derin bilgileriyle ün salmış, insanların ruhundaki düğümleri çözmelerine yardımcı olan biriymiş.
Ekin titrek bir sesle anlatmış: “Kaynakkâşif, ben sürekli aynı kaygı çemberinde dönüp duruyorum. Başaracağıma inansam da son anda bir ses ‘Yapamazsın,’ diyor. Birine yaklaştığımda ise sanki hemen terk edileceğim hissine kapılıyorum. Bu ağırlık nereden geliyor, bilmiyorum.”
Kaynakkâşif gülümsemiş. Gözleri, çok eski zamanların ışığını taşıyormuş. “Sevgili Ekin,” demiş, “senin ruhun, bedeninin toprağına ekilen ‘Zamanın Tohumları’ ile dolu. Bazı tohumlar güzel meyveler verirken, bazıları dikenli otlara dönüşmüş. O dikenler, sen fark etmesen de, bugünkü adımlarına takılıyor. Geriye, yani tohumun ilk ekildiği ana gitme cesaretin var mı?”
Ekin, biraz korkuyla, ama büyük bir umutla başını sallamış.
Kaynakkâşif onu loş bir odaya almış ve gözlerini kapatmasını söylemiş. “Şimdi,” demiş yumuşak bir sesle, “kalbindeki o soğuk rüzgarın peşine düş. Seni nereye götürüyor? Hangi zamana, hangi yaşa?”
Ekin, Kaynakkâşif’in rehberliğinde bir yolculuğa çıkmış. Gözlerini kapattığında, bir ışık tünelinden geçiyor gibiymiş ve kendisini beş yaşında bir çocuk olarak bulmuş. Bu küçük Ekin, annesi ve babası hararetli bir tartışma yaşarken, odanın köşesinde tir tir titriyormuş. Annesi sinirle kapıyı çarpıp gitmiş, babası ise onu görmezden gelerek duvarı izlemeye başlamış. Küçük Ekin’in kalbinde, o an “Yalnızım ve suçluyum” tohumu ekilmiş. O günden sonra, birinin ona yakınlaşmasından hep korkmuş, çünkü sevdiklerinin aniden gidebileceğini düşünmüş.
Daha sonra yolculuk devam etmiş. Ekin on yaşındaymış. Okulda bir sunum yapmış, ama herkes onunla alay etmiş. O an, “Sesim duyulmaya değmez, hatalıyım” tohumu ekilmiş. Bu yüzden yetişkin Ekin, önemli toplantılarda hep suskun kalıyormuş.
Ekin, bu eski yaraları ve tohumların oluşum anlarını gördükçe derin bir üzüntü hissetmiş ama aynı zamanda bir aydınlanma yaşamış. Bunlar, bugünkü kaygılarının kökleriymiş!
Kaynakkâşif, “İşte Kaynak,” diye fısıldamış. “Şimdi o küçük Ekin’in yanına git. Ona, o an ihtiyacı olanı ver.”
Ekin, şimdiki olgunluğuyla odaya geri dönmüş. Beş yaşındaki titrek haline yaklaşmış. Ona sımsıkı sarılmış. “Küçük Ekin,” demiş. “Gitmediler, sadece sinirliydiler. Sen ne yalnızsın, ne de suçlu. Seni çok seviyorum.” On yaşındaki haline dönmüş: “Senin sesin çok kıymetli. O gün alay edenler önemli değil. Ben şimdi buradayım ve seni dinliyorum.”
Ekin, her tohumun ilk ekildiği anı şefkatle sarmış, yaraları iyileştirmiş. Eski anıların dikenlerini, sevgi ve anlayışla beslenmiş güçlü köklere dönüştürmüş.
Gözlerini açtığında, Kaynakkâşif ona gülümsüyormuş. Ekin, kalbindeki ağırlığın gittiğini, soğuk rüzgarın yerini ılık bir esintinin aldığını hissetmiş.
“Zamanın Tohumları,” demiş Kaynakkâşif, “artık yeniden sulandı. Geçmişi değiştiremeyiz, ama ona bakış açımızı değiştirebiliriz. Ve değiştirdiğimiz an, Şimdi kasabasındaki hayatın da değişir. Kendi hikayenin şifacısı oldun, Ekin.”
Ekin, o günden sonra artık görünmez zincirlerle bağlanmamış. Kendine güvenle adımlar atmış, insanlara kalbini açmaktan korkmamış. Çünkü biliyormuş ki, hayatındaki kaygı ve korkular, geçmişte ekilmiş ve şimdiki bilgelikle iyileştirilmiş Zamanın Tohumları’ndan ibaretmiş.