
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yedi kat göğün en yüksek zirvelerine komşu bir diyar varmış. O diyarı hep sisler kaplarmış. O sisli diyarın kalbinde ise, yaprakları yakut gibi parlayan ve gövdesi saf gümüştenmişçesine ışıldayan bir ağaç yükselirmiş. Ona “Mutluluk Ağacı” derlermiş. Efsaneye göre, bu ağaç, gölgesine sığınan kişinin aklından geçen ilk ve en baskın arzuyu hemen gerçek yaparmış. Ancak bu güç, yalnızca bir kez kullanılırmış.
O diyarın eteklerinde Hüseyin adında bir adam yaşarmış. Hüseyin, yüreği temiz olsa da sürekli şikayet edermiş. “Param yok,” “hava sıcak,” “komşum benden daha şanslı” diye söylenip dururmuş. Bir gün, köy meydanında bir dervişten ağacın hikâyesini duymuş. Derviş, ağacın gerçek mutluluğu getireceğini söylemiş. Hüseyin, sadece zenginlik kısmına odaklanmış ve hemen yola düşmüş.
Günlerce yürümüş, dereler tepeler aşmış. Her zorlukta söylenmeyi bırakmamış: “Bu ne biçim yolculuk! Keşke daha kısa olsa!” diye homurdanmış. Sonunda, yorgunluktan bitap düşmüş bir halde o pırıl pırıl ağacı görmüş. Ağacın gölgesi öylesine serinmiş ki, Hüseyin hemen altına uzanıp gözlerini kapatmış.
Hüseyin’in zihnine ilk hücum eden düşünce, yorgunluk ve açlık olmuş: “Ah, ne kadar açım ve susuzum! Şimdi yanımda mis gibi yemekler ve buz gibi şerbetler olsa…” demiş. Ağacın sihri hemen işlemiş. Gözlerini açtığında, önünde porselen tabaklar içinde çeşit çeşit yemekler, kristal sürahilerde soğuk şerbetler belirmiş. Hüseyin, şaşkınlığını unutup iştahla yiyip içmiş.
Karnı doyduktan sonra, sıra asıl dileğine, yani zenginliğe gelmiş. Tam altınlar ve mücevherler dileyecekken, aklına ikinci bir düşünce girmiş: “Bu kadar güzel bir ziyafetin, bu kadar büyülü bir ağacın bir bedeli olmalı. Kesin burada beni bekleyen korkunç bir canavar var. Eğer varsa, şimdi gelip beni yakalayıp yiyecek!” demiş.
İşte ne olduysa o an olmuş! Ağacın gücü, adamın içindeki bu derin korkuyu, yani en baskın ikinci düşünceyi gerçek yapmış. Hemen o an, ağacın arkasından simsiyah, kıllı, kocaman, gözleri ateş saçan korkunç bir canavar çıkagelmiş. Korkudan dili tutulan Hüseyin, son anda bile “Keşke zenginliği dileseydim!” diye düşünmeye fırsat bulamamış. Canavar, Hüseyin’i bir kuzu gibi yakalamış ve yutmuş.
Gökten üç elma düşmüş. Biri bu masalı anlatanın, biri dinleyenin ve sonuncusu da, korkuları değil, güzel dilekleri zihninde büyütenlerin başına düşmüş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…