Sevgili Demet Hanımefendiye,
Sizi tebrik ediyorum. Duygularıma tercüman olmuşsunuz. Gönlünüzden çıkan inciler, ağzınızdan dökülüp kaleminize sirayet etmiş. İncileriniz etrafa ışık olmuş. Bir nebze de bize düştü o ışık huzmelerinden. Ve o inci tanelerinizle bir köprü de bizim eve kurmuş oldunuz.
Ne kadar mesafelidir insan insana bazen… Ama insanoğlu bu kimi zaman konuşarak, kimi zaman yazarak, kimi zaman susarak kuruyor köprülerini. Sizi tanımıyorum ama ne kadar da sevdim yüreğinizi. Her yazarın kaleminden dökülen kelimeler toplanmaz çünkü. İleride kullanırım diye notlar aldım. İçeriğine gelince: Okuyorsun! Okuyorsun! Hadi biraz mola vereyim diyorum! Arka sayfada başka bir merak konusu! Yani hiç sıkılmadan okuyabileceğimiz bir kitap.
En çok hoşlandığım yazınız, çağdaş yaşamı tarif edişiniz! Sağ olun, kaleminize sağlık. Beni çocukluğuma, gençliğime götürdünüz…
Anladığım kadarıyla zanaatkâr bir hekimsiniz. Bu beni büyüledi, şaşırttı! Artık hastaya dokunulmadan teşhis konuluyor çünkü… Sözlerin ve seslerin büyüsüne inananlardanım. Benim için dış görünüş pek önemli değil. Sözünün, sesinin buğusuna, rengine bakarım. Vatanını, milletini seven, maneviyata değer veren kişiliğe sahibim… Güzel olan her şeyi seviyorum.
Sözlerin de rengi, tadı, hoş kokusu olmalı yapılan yemek gibi. Bazı sözler su değil sel gibi gelir insana! Kaldırma gücü olmayan. Tek bir mana gemisi yüzmez üzerinde… Bir kazazede kelam! Bazı sözler kurşun gibi deler geçer acısı yıllarca çıkmaz içinden…
”Konuşulacak bir insan olduğu zaman konuşmamak onu kaybetmektir” Der Konfüçyüs.
”Dildaşından ayrılan kişi yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur ” Dediğinde Mevlana. Bu fırsatı vermişken siz bana, dertleşmek istedim sizinle…
Kitabınızın çok ‘en’ leri var. Benim hatırlayabildiğim bir kaç tanecik mesela, kitapta geçen il ve ilçelerin ismi verilmiyor; beyin jimnastiği yapılsın diye galiba… Çok hoş!… Kitabınızı sevdim, sizi sevdim, yüreğinizi sevdim, kardeşimsiniz benim.
Ben de Atatürk’ün Bandırma vapuruyla ilk ayak bastığı yerdenim. Şimdi bulunduğum yer ile münasebetim uzun hikâye ama 1977 den beri geliyordum. Ablam burada evliydi. Üçüncü doğumuna geldiğimde, Camide Kur’an okumuştum. Kayınvalidem sesime aşık olmuş. Peşimi bırakmadı. Görücü usulüyle evlendim (1986). Ben onları sevdim, onlar da beni hep sevdiler! Üç oğlum ve kızım gibi sevdiğim bir de gelinim var. Sağ olsunlar altın gibi evlatlarım! Onları çok seviyorum. Onlar hem sırdaşım hem arkadaşım hem de annem- babam oldular. 1962 doğumluyum ama hala kendimi eksik görüyorum. Okumayı çok seviyorum. (Börek açarken bile kitap okurdum)
Yolda, arabada, hastane-pastane, düğün-dernek herkesi okunmamış bir kitap olarak görüyorum. Kulağıma gelen kelimeler, savrulan cümleler beni olgunlaştırmaya yetiyor.
”Ey akıllı zat! Ağzındaki dil nedir? Hüner ve marifet sahibinin hazine kapısının anahtarı! Kapı kapalı olursa kim bilecek ki içinde kuyumcu mu? Cevahir mi? Yoksa hırdavatçı mı var?” Sadi
Kelimelerin hayatımızdaki yeri ilginç… Dil için ”Varlığın evi” diyen Shakespeare herhalde bu evin bu kadar karışık olduğunu biliyordu. Tavan arasına atılan kelimeler, saklanan, sakatlanan kelimeler…
Çalışmayana ev hanımı diyorlar ya ben de o gruptanım. Tabii ki yaptıklarımız ücretlendirilse ortaya ağır faturalar çıkar. Sekiz saat değil yirmi dört saat çalışıyoruz diyecektim ki sizin hakkınızı yememek lazım! Siz hem dışarıda hem de evde çalışıyorsunuz. Siz çalışanlar daha planlı ve programlı oluyorsunuz. Bunu takdir etmek gerek.
Bizler 78-79 mezunları… Benim gibi niceleri sessizce ev hanımlığını seçmek zorunda kaldı. Sağ-sol çatışmalarının içinde bulduk kendimizi… Üniversite hiç cazip değildi. Kardeşin kardeşe düşman olduğu bir zamanda… Sol yumrukların havada, fotoğraf karelerinde uçuştuğu bir zamandı… Ders yapılmazdı okulumuzda yürüyüşten gayri… Bazı dergileri almazsak sınıf bile geçilmiyordu. Edebiyat bölümü mezunuydum. Bütün sınıflarımı ‘takdirle’ geçmiştim. Sanat müziği korosuna katılarak Itri’den şarkılar söylüyorduk. Radyodan bütün şarkıları yazmaya çalışıyordum. Okulun tiyatrosuna katılmıştım. Neyse (üzülüyorum galiba) kapatayım bu konuyu…
1980 de diğer ablamın olduğu Berlin’e gittim. Hıristiyanların kilisesine koştuğu bir zamanda, ben de ezan sesi aradım. Sanki hidayete ermiştim. İnançlı bir şekilde donanıp döndüm. Örtününce de bari Kur’an kursu öğretmeni olayım dedim. Tekrar yedi yıllık İmam Hatip Lisesini ben iki dönemde dışarıdan bitirdim. Babam da 45 yaşında almıştı diplomasını… Ha aklıma gelmişken okumak, babamdan miras bize. Babamın kocaman bir kütüphanesi vardı. Annem de okurdu hep…
Evlendiğimde eşim çalışmamı istememişti. Çalışırsan sana yardım etmem demişti. Böylece noktayı koymuştuk. Ama şimdiyi sorarsanız çok pişmanım… Müzikle terbiye ettiğim sesimi Kur’an’ı Kerim okuyarak süslüyorum.
İsterseniz bir hatıramı anlatayım size… Tesadüfe değil tevafuka inananlardanım. Kim çıkarsa karşına ibret alacağın bir ders vardır hayatta………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..İşte böyle sevgili kardeşim, sevgili doktorum teşekkür ederim beni dinlediğiniz için. Her sabah beni uyutan ve uyandıran Rabbime şükrederek günümü en güzel şekilde yaşamaya çalışıyorum. Her şeyi seviyorum. İnsanları, insanlığı, ağaçları, kuşları… Evlatlarımı da bardaktan taşarcasına sevgiyle büyüttüm. Sesimin renginden durumumun ne olduğunu tahmin edebiliyorlar.
İsterseniz o güzel sözlerinize bir kaç güzel söz de ben ekleyeyim.
-Karşındakinin onurunu ne kadar yükseltirsen! O kadar onurlu olursun…
-İnsanları eksiğiyle severseniz kendinizi de seversiniz.
-Dilin kemiği yoktur ama bir vuruşta öldürdüğü insan çoktur.
Okuma ile ne kazanılabilir?
”Basit bir okuma ile içinizdeki kabiliyetsizlikle mücadele eder, başkasının kabiliyetsizliğini daha tolerans ile karşılar, işinizde ilerler ve hayatta muvaffak olursunuz.” Laurence J.Peter
”Kibarlık düşüncelerin kıyafetidir” Lord Chesterfield
”İnsan midesiyle değil, kulağıyla beslenir.” Mevlana
”Kalem feryat eder ağlar, mürekkep: Beni cahil eline verme ya Rab! Lütfunla âlime çevir yolumu. Kırma ne olur kanadımı kolumu.” Anonim
”Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” Sait Faik Abasıyanık
Sözlerimi Şeyh Galibin sözleriyle bitiriyorum. İnşallah çok yakında tanışmak üzere… Dualarım sizinle…
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
(“Ey insan evladı! Kendine saygıyla/hürmetle yaklaş; çünkü sen kâinatta yaratılmışların özü/göz bebeği olan insansın.”) M.İ.
Sevgili Okurum,
Öncelikle kitabıma bir şans verip okuduğunuz için size çok teşekkür ederim. Kitabımı beğendiğiniz için çok da mutlu oldum.Kitabım hakkındaki güzel sözlerinizle beni onurlandırdınız. İlham olabilmiş olmak gerçekten de güzel bir duygu.
Size gelince yaşam öykünüz çok etkileyici. Şanssızlıklarınız olsa da harika evlatlar yetiştirmiş olmanız övgüyü hak ediyor. Bunun için sizi tebrik ederim. Ancak şunu da söylemek isterim ki hiçbir şeye başlamak için geç değildir. Hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Eğer gerçekten isterseniz müzik kursuna da gidebilirsiniz hatta bir müzik aleti çalmayı bile öğrenebilirsiniz. Hele ki yaşama sevinci olan sizler gibi insanlar için bu daha da olasıdır. Kaleminiz çok güçlü. Duygularınızı okuyana geçirebiliyorsunuz.
Eminim ki Kur’an’a duyduğunuz saygı nedeniyle, okunuşundan anlaşılmasına, yorumlanmasından yaşanmasına kadar, bütün yönleriyle tarafınızdan ele alıp incelenmiştir. Sizin bu bilince sahip olmanız gerektiğini düşünüyorum. Bu konu hassas olduğu için mektubunuzu özenle okuyup inceleyerek sonunda paylaşmaya karar verdim. Düşündüren ve araştırmaya sevk eden bir mektup olmuş. Kaleminize ve yüreğinize sağlık.
Mektubu okuduktan sonra Sadi, Itri, Şeyh Galip, Tasavvuf, İmam Birgivi Mehmet Efendinin vasiyetine kadar nerelere gittim bir bilseniz. İnternet gerçekten faydalı. Tabii ki o da doğru kullanıldığında. Arapçayı bilmediğimiz için Kur’an’ı tercümelerinden okumak zorundayız. En azından ben öyleyim. Araştırırken görüyorum ki yorumlayanlar da zarar vermişler. Bu belki de Arapçada bir kelimenin birden çok anlama gelmesinden de olabilir; bu konuyla ilgili ilahiyatçılar böyle söylüyorlar. Kimi hadisleri örnek almış; ayetlerle uygun mu diye bakmamış ve ayetleri örnek almamış, kimi Kur’an’a eklemeler yapmış; bunun farkına bile varmamış. Doğru yanlış birbirine karışmış. Yanlışa doğru diye inananlar olmuş. Kimi kendini çileye çekmiş; tasavvuf olmuş ve nice sanat eserleri oluşmuş. Birbirine ters düşenler olmuş bölünmüş, herkes kendince doğrular tutturmuş. Kimi peygamberle Allah’ın arasında bir yer edinmiş kendine, kafalar karışmış; dinden çıkılmış bazen de… Her yorumdan yorumcudan rengarenk haller, görüntüler ortaya çıkmış. Kültürlere, geleneklere yansımış. Bazen dini eğitim almayan insanlar kendi mesleğini bırakıp bu işe soyunmuş. Ki bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Yarım bilgiyle insanlara zarar verirler. Herkes kendi mesleğini yapmalı buna yürekten inanıyorum.
Değerlerimize hepimiz çok iyi sarılmalı ve sahip çıkmalıyız. Her konuda okumalı ve bilinçli olmalıyız. Anlamıyorsak işin gerçek uzmanlarından da destek almalıyız. Yoksa nereden zayıfsak oradan girip bazen siyaset, bazen din kullanılarak kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışanlar hep olacaktır. Tarihimizde bunun örneklerini hepimiz gördük ve yaşadık. Verdiğiniz örnekteki sağcının da solcunun da elindeki silahlar aynı fabrikadan çıkmıştı sonuçta. Bunun için uyanık olmalıyız. Sonuçta hepimiz aynı ülkenin evlatlarıyız, hepimiz kardeşiz…Demokrasilerde tüm taraflar olacak. Hepsi birlikte bir bütün oluşturur. Karşıt görüşler de olacak ki, sentez yapılabilsin ve çözümlere ulaşılabilsin değil mi?
Tüm insanları yargılamadan, ön yargılı yaklaşmadan ve doğruları da öğrenmesine yardımcı olmaya çalışarak kucaklamalıyız. Karşıt fikirlere hemen savunmacı yaklaşmamalıyız. Birbirimize saygıyı yitirmemeliyiz. Farklı düşünceler insanı araştırmaya ve doğruyu bulmaya da sevk edebilir. Bazen şans vermek gerekir. Bazen yanlış gördüğümüz şeyler bizi doğruya daha da çok yaklaştırabilir. Yeter ki dengeyi yitirmeyelim.
Bugün küresel çapta terör örgütleri türedi. İslam adına çalışmalar yaptıklarını söyleyen bu örgütlerin ve adı ‘Barış’ anlamına gelen bir dini kötü göstermeye çalışma çabaları da aslını görmemizi, ayırt etmemizi hatta daha da sahip çıkmamızı sağlayabilir, sağlamalıdır. Ama keşke yaşam kılavuzumuz olan Kur’an okunabilseydi de bunlar hiç türemeseydi. İnsanlık daha büyük tehlikelerin içinde bugün… Bugünlerde kafam bu konularla meşguldü aslında. Bunları yazmama vesile olduğunuz için teşekkür ederim. Her şey gönlünüzce olsun. Selam ve sevgilerimle…
Not: Noktalı bölümdeki anınız bende kalsın istedim. Adı geçenlerden izin almak gibi bir sorumluluk doğduğundan.
Bir de size sürprizim olacak:
06.12.2022’den Not:
“Bazen dini eğitim almayan insanlar kendi mesleğini bırakıp bu işe soyunmuş. Ki bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Yarım bilgiyle insanlara zarar verirler. Herkes kendi mesleğini yapmalı buna yürekten inanıyorum.” (25.02.2020)
Yukarıdaki cümlemi yazarken,; sadece Yaşar Nuri Öztürk’ü düşünmüştüm ve şimdi takip ettiğim bilim insanlarını da tanımıyordum..
Şunu öğrendim:
Kur’an, bir meslek kitabı değildir. Herkesin okuyup anlaması için gönderilmiştir. Her okuyan bir şeyler öğrenebilir.
( “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifâ, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.” Yûnus, 10/57)
Üstelik bu Kur’an’ı okuyup yorumlayan insanların farklı bilim dalından olması; Kur’an’ın daha iyi anlaşılmasını sağlıyor.
Takip ettiklerim:
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk (İlahiyatçı, siyasetçi)
Fizikçi ve Yazar Olgun Aydoğu
Prof. Dr. Gazi Özdemir ( Nöroloji bilim dalı)
Prof. Dr. İsmail Hakkı Aydın ( Neurşirürji bilim dalı)
Yazar Serhat Ahmet Tan
İlahiyatçı Yazar Mustafa İslamoğlu
Felsefeci Yazar Caner Taslaman
Felsefe ve Din Bilimleri alanında Doçent Emre Dorman
İyi ki bu değerli bilim insanlarını tanıdım ve hepinize de takip etmenizi öneririm.
Bu güne kadar yapılan tercüme yanlışlarının; özellikle kadınlarla ilgili kısımlarında bilerek saptırıldığını da (4 Haham 1 Papaz tarafından) öğrendim. ( Son Davet Kur’an Prof. Dr. Gazi Özdemir)
Kur’an’ın multidisipliner olarak çalışılmasının bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum.