
Orada bir köy var. Hem de koca şehrin ortasında sıcacık bir köy. Eskinin yaşadığı ve yaşatıldığı mekanları, konuşsa neler anlatacak koca binaları, arka sokakları, lezzetli ev yemekleri yapan küçük dükkânları, kunduracısı, berberi, manavı, kasabı, camileri, parkları, birbirini tanıyan insanları, kapı önü sohbetleri, çamaşır kurutmak için yapılan komşular arası dayanışmaları var…

Sevmek bir ömür boyu ve beraberce yaşlanmak ne güzel. Çıkarken de inerken de beraber olmak ne güzel.
İnstagram’ dan bir anı. İnstagramda paylaşmaya başlayınca sitemi biraz ihmal ettim. ”Penceremden İnciler” ismi ile hesabımı açmıştım. Kullanıcı ismi olarak yazdığım isimlerin arasından ”Polianneinci” ismini seçmişti instagram. Keyifli bir yolculuk olmuştu ama sosyal medya kullanımı bir süre sonra bende bağımlılığa dönüşüp zamanımı çalmaya başladığı için, hesabımı kapatmayı tercih ettim.
”Galata hala Hazerfan’ı anar, boğazdan geçen gemilere göz kırpar ve onca yaşadıklarına rağmen sırtınızı yaslayacağınız çok eski bir sırdaş gibi sessiz sedasız durur İstanbul’un kalbinde.”
Her yerde bir buluşma noktası vardır. Bu seferki Galata ile buluştuğumuz yerdeydi. Ve burada buluşanlar diyordu ki: ”Sen bana Galata ol, ben sana İstanbul. Buluşuruz bir fotoğrafta.”
Duvarın dökülen sıvalarına inatla sanat; meğer anarşist bir eylemmiş 🙂
Bu köyde duvarları boyamışlar, süslemişler. Adına da ”Duvar Boyama Sanatı” (Wall painting Art) demişler; giden yeşilin yerine gelen betonlaşmaya inatla…
Galata’ya çıktığımız gecede Dolunay vardı. Dolunay sonlanmaları ve dönüşümleri de beraberinde getirirmiş. ”Her sonlanma aynı zamanda yeni bir başlangıçtır da ve yaşamda değişmeyen tek şey de değişimdir.” diye boşuna dememişler. Dilerim güzel dönüşümler olur… Dolunayın görüntüsü, fotoğrafta görüneninden daha da güzeldi. Fotoğrafa pek yansımadı. Gözümüz kaç piksel bilmem ama hiçbir fotoğraf makinesi onun gibi netlik ayarı yapamıyor.
Her zamanki gibi çiçek fotoğrafı. Rahmi Koç Müzesinin Bahçesinden bu seferki. Koleksiyonerlikten müzeciliğe giden yol da varmış. Emeklerine sağlık. Biz çok beğendik. Fotoğraf çekmek yasak değildi. O nedenle bol fotoğraf da çektik. Denizaltını gezdik, nostaljik buharlı vapur ile minik trene de bindik; çocuklar gibi şendik 🙂 Yalvaç Ural’ın oyuncak sergisini de gezerek müze turumuzu tamamladık. Müze içinin görüntüleri ise, fotoğraflardan hazırladığım videoda.
Sabahı karşılayan saatlerde İstanbul bizimdi. Tam sahiplendik derken bizi sessizce uğurladı.
Hoşçakal Liz, yine geleceğiz…
Keyifli seyirler…