Bilgisayarın olmadığı zamanlarda, taşlardan, toplardan, çelikten çomaktan oyunlar oynardık; bilmeceler sorardık; tekerlemeler söylerdik. Oyunlarımızı gruplar halinde oynardık. Koşardık, atlardık, zıplardık… Stres, meditasyon, anda olmak, farkındalık, hiperaktivite, depresyon, panik atak gibi kavramları bilmezdik…
Misafirliklere de giderdik; bütün komşular, akrabalar, arkadaşlar toplanırdı. Misafirliğe gitmeden önce haber verilir ve ”Biz size gelmek istiyoruz, müsait misiniz?” Diye sorardık… ”Buyurun gelin” yanıtı alındıktan sonra heyecanlı bir bekleyiş başlardı. ”Müsait değiliz” demek ayıp sayılırdı; zaten de aklımıza gelmezdi böyle demek. Gideceğimiz yerde heyecanlı bir hazırlık başlardı. Ev, gelecek misafir için en ufak köşelerine kadar temizlenirdi. Gelenler için neler hazırlanmazdı ki?… Kurabiyeler, börekler, tatlılar, sarmalar, dolmalar… Belki biraz yorucu olabilirdi bu hazırlık, ama sonucuna değerdi. O zamanlar diyet, diyetisyen, kilo alma, fit vücut nedir onu da bilmezdik. Çocuklar zayıf olurdu. Kırk elli yaşlarından sonra teyzeler amcalar da biraz şişman olabilirdi. Yaş almayla olurdu ve hiç de garip bakılmazdı. Hal böyle olunca da misafirliklerin de keyfine doyum olmazdı. Tam ikramlar geldiğinde; kilo sorunu diye bir şeyin bahsi bile akla gelmezdi. Karbonhidratların bizlere mutluluk verdiği yıllardı. Pozitif ve negatif kavramları da elektrotlar içindi. Pozitif kutup anot, negatif kutup katot. Bulmacalarda çıkardı 🙂 Benzer benzeri çeker mi yoksa iter mi hiç düşünmezdik; hesapsızca sever, hesapsızca küser ve yine hesapsızca barışırdık. Oyunlarımızın tadına doyamazdık ki; her şeyden önce gelirdi…
Şimdilerde misafirlik kavramı diye bir şey kalmadı. Onun yerine ‘Gün’ kavramı var. Sırası gelen dışarıda ayarlanmış bir pastane, restoran gibi bir yerde gün arkadaşlarını kabul ediyor. İnsanlar canı isterse görüşmeyi arayıp, ”Hadi bize gelin” diyor. Konuk etmek isteyen arıyor artık; ya da buluşmalar dışarıda oluyor. Evlerimiz şık, güzel bir sürü eşyayla doldu. Herkesi eve çağıramıyoruz. Eve alınacak kişileri seçiyoruz. Mazallah kem gözlere şiş olur mu olur… Negatif çekmemek lâzım değil mi şimdi durduk yere 🙂
Hal böyle olunca da giderek yalnızlaşıyoruz. Ev, eşya, araba güzel olmuş, pahalı olmuş, onunki daha güzelmiş…
Gerek var mıydı, böyle mi olmalıydı?
Oyunlar ise değişti. Bizlerin küçükken oynadığı oyunlarımız şimdilerde festivallerde etkinlik oluyor… Oyunların şekli değişti. Bilgisayar oyunları var artık. Yine gruplarla oynanıyor ama online ve oturarak. Beyin sporu deniyor bunlara…
Hiperaktivite, depresyon tanıları arttı. Hele panik atak. Elinizi sallasanız panik ataklı birine çarpıyor. Gelecek kaygısı, yalnızlık korkusu arttı. Sosyal yönden tam bir iyilik hali yok. Savaşlar, kavgalar ”in” oldu. Tutturmuş insanlar barış da barış diye ama ötelediklerinin farkında değiller… Savaşlar, kavgalar olmasaydı barış ne demek bilir miydik? Oyunlarımızı oynarken küslüğe değil bir an önce barışmaya odaklanırdık bizler çocukken…
Oyun dedim, çocukken dedim, nerelere geldim. Sadece bir bilmece soracaktım sizlere. Ben yine sorayım:
Yer altında sakallı dede nedir?
Çocukken çok sorardık birbirimize. Hemen söyleyeyim: Pırasa.
Biz çocukken hiç yemek ayırmazdık. Annemiz sofraya ne getirse yerdik. Her yemek bir şölen olurdu. Pırasayı severdim. Pırasa kavurması, pırasa yemeği, yumurtalı pırasa, pırasalı börek hepsi de güzeldi. Pirinçli limonlu ve salçasız pişirilen pırasa yemeğini de sonraları öğrendim. Muhtemelen lisede yatılı okurken.
Bazıları pırasayı sevmez. Tüm yemekler sevilecek diye bir kural da yok. Pırasalı yemek tariflerinden, pırasalı krebi seçtim bu sefer. Tarifi kolay. Pırasayı kavurduktan sonra krep malzemesi ile karıştırarak, krep kıvamında pişirdim. Tarif benim değil tabii, ama yaptım oldu. Pırasayı sevmeyenler bir de böyle denesin. Bence pırasa bu şansı hakkediyor…
Bir de şarkısını buldum. Ruhlar da beslenmeli değil mi? Hep birlikte dinleyelim. Afiyet olsun.
Baba Zula’dan ‘Pırasa’ şarkısı.