80 Yıllık Yaşamdan Zerreler

80 yıl önce, Manisa’nın Turgutlu ilçesinde doğdum. 12-13 yaşlarında Yugoslavya’nın İştip şehrinden göçe mecbur edilmiş bir ailenin, dört çocuğundan biriyim. Ailemin imkansızlıklar içinde, bizler için katlandıkları fedakarlıkları unutmam mümkün değil.

Çocukluğum bu ilçenin toprak yollarında, çamur, tahta ve telden yapılmış oyuncaklarla, ayağımızdaki terlik ve yamalı giysilerimizle oynayarak geçti. Buna rağmen o kadar mutlu bir çocukluğum vardı ki, bu günlerle kıyaslamak mümkün olamaz.

Annem haftanın bazı günlerinde bağ, pamuk, tütün gibi arazi işlerinde, bulabildiği zamanlar çalışır, akşam eve geldiğinde bütün bitkinliğine rağmen, gece geç saatlere kadar yemek, temizlik, giysilerimizdeki yırtık ve sökükleri tamirle geçirirdi.

Hiç unutmam bize daima söyle söylerdi: Evlatlarım yamalı giysiyle olmak ayıp değil, pis ve yırtık giysiyle gezmek ayıptır.

O günlerde, amelelik olarak tabir edilen günlük çalışmayı bulabildiğinden, yapabildiğinden bahsetmiştim. Bazen beni de evde yalnız bırakmayarak yanında götürdüğünden, aklımda kaldığı kadarıyla anlatmaya çalışayım.

Evimize 2,5-3 kilometre mesafede bulunan tren istasyonunda, o günkü tabirle amele pazarı oluyordu. Çalışma ihtiyacı olanlar gün doğarken burada toplanır iş beklerlerdi. Patron denilen arazi sahipleri buraya gelerek bu kalabalık içerisinden kurbanlık kuzu seçer gibi insanları seçer tarlalarına götürürlerdi. Seçilenler şanslı olur, seçilemeyenler evlerine ekmek parası götürememenin üzüntüsüyle evlerine dönerlerdi.

Bazı patronların at arabaları olur, işçilerini tarlaya bununla götürürlerdi. Bu çalışanlar için büyük lükstü. Yazın kızgın güneşin altında, asgari 10 saat, küçük bir ücret karşılığı çalışırlardı. Ben de tulumbadan çektiğim suyu, onlara dağıtmaya çalışırdım. Bazen bana da bu gayretin karşılığında, patron 2,5 kuruş verirdi.( Bu ortası delik bir paraydı.)

Okul çağıma geldiğimde okul masraflarını çıkarmak ve biraz olsun aileme katkıda bulunabilmem için bir şeyler yapmalıydım.

İlk olarak sabahları 5,5- 6 da kalkıp fırından aldığım simitleri sokak sokak dolaşarak satıyor ve okuluma yetişiyordum. Bu simit serüvenim, meslek orta okul son sınıfına kadar devam etti. Bu arada derslerimi de bir odalı evimizde, geceleri gaz lambası ışığında aksatmadan yapıyordum.

Orta okula başladığımda, sabah satışlarımın dışında, başımın üzerinde taşıdığım ahşap tablaya doldurduğum simitleri, 2 kilometre mesafede okuluma götürüyor, sayın öğretmenlerimin müsamaha ve müsaadeleriyle teneffüslerde satıyordum.

3 yıl sonra mezun olduktan sonra, okulu bırakmak mecburiyetinde kaldım. Çünkü meslek ortaokulunun lise kısmı yoktu. Sadece Manisa’da vardı. Devam edebilmek için trenle gidip gelmem gerekiyordu. Bu da ayda 5 lira gerektiriyordu. Ailemin bu parayı karşılayamaması nedeniyle devam edemedim. Okula gitmediğim bu dönemde, Turgutlu’nun Çıkrıkçı köyünde yedek öğretmenlik yaparak geçirdim.

İkinci yıl benim için büyük bir şans olarak, Turgutlu’muzda lise kısmı açıldı. Tekrar devam ederek bitirdim. Bu zaman içerisinde de ne sömestr ne de yaz tatili diye bir şey bilmedim. Sayamayacağım kadar çeşitli işlerde çalıştım, bundan da hep zevk duydum. Kazandım. Kendimi ve ailemi mutlu ettim.

1960 yılında askere gittim. Askerliğimin 6 ayını Ankara süvari okulunda, 1 yılını da Urfa tank taburunda, yedek subay olarak yaptım. (O zamanlar lise mezunları yedek subay oluyordu).

Askerliğimi bitirdikten sonra, bir müddet Manisa tekstil fabrikasında çalıştım. Bu çalışma hayatım da, başlı başına bir serüvendi. Üç vardiya olarak çalışıyordum. (07-15) (15-23) (23-04) Bu vardiyalarda Turgutlu’dan gelip gitmek çok zamanımı alıyor ve büyük sorun oluyordu. En çok sıkıntı çektiğim ise (23-07) vardiyesi idi. Saat 23 te işten çıktıktan sonra, toprak olan Turgutlu yoluna gidiyor, burada 1,5 saat bekliyordum.Bazen bir kamyon denk gelirse binebiliyordum. Çok zaman bulunmuyordu. Her gün saat 01 de, Manisa’dan Turgutlu istikametine kalkan bir yük treni vardı. Ben de tren kalkmadan yük vagonlarının aralarına gizlice biniyor ve Turgutlu istasyonunda gizlice iniyordum.

Uzun süre bu heyecanlı, korkulu ve yorucu çalışmadan sonra Devlet Su İşlerinin içme suyu teknisyenliği için açtığı sınava girdim. Başarılı bulunduktan sonra, Ankara’da bilgi eğitim kursuna tabi olduk.Kursu müteakip Manisa’da göreve başladım.

1966 yılında evlendim. Annemi ve babamı da alarak Manisa’ya yerleştik. Artık mutlu bir evliliğim, sevdiğim bir işim vardı.1982 yılında emekli oldum.Ancak iki ay çalışmadan durabildim. Çalışmamanın bana göre olmadığını anladım ve tekrar serbest olarak çalışmaya başladım. Bu şekilde 28 yıl daha çalıştım.

Bu çalışma isteğim ve azmim bana namerde muhtaç olmadan yaşamamı ve maddi imkanlarımı verdi. Aile yaşantım ise sonsuz mutluluğumu verdi. Bunu perçinleyen Allah’ın bana bahşettiği 3 evlat  ve onların evliliğiyle 3 evlat daha kazandırması oldu.

Bugün 6 evlat ve canımız kadar sevdiğimiz gözümüzün nuru 5 torunumuz var. Günlerimiz onların mutlulukları, başarıları ve sağlıkları için dua ederek geçiyor.

Edip Nohutçu (Baban)

****

Sevgili Babacığım,

Kibar, entelektüel, kültürlü, sevecen ve hoşgörülü, içinde kötülük olmayan, herkesin iyi olmasını isteyen, oldukça duyarlı ve düşünceli, risk almayı seven,  şanslı, dürüst, açık sözlü, cana yakın ve neşeli, cömert ve eli açık, sevilen, dost ve arkadaş canlısı, akrabalarına düşkün …

Tüm bu sıfatlar adeta seni anlatır babacığım. Koşulsuz sevgiyi, hoşgörü ve sabrı, şükrü ve duayı, kanaatkar olmayı, susmanın da erdem olduğunu bize öğrettin. Ricamı kırmadığın için teşekkür ederim. Allah sizleri başımızdan eksik etmesin. Yaşamın zorluklarla geçmiş ama aldığın ödüllerin de, tüm bu zorluklara değmiş. Şansın da, her zaman daim olsun. İyi ki varsınız. İyi ki benim de ailem olmuşsunuz. Sizleri çok seviyorum. Hep beraber geçireceğimiz, sağlıklı ve mutlu nice yıllara…

Penceremden İnciler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir