2013 yılının Ağustos ayında, tam yirmi üç yılım dolduğunda devlet hizmetinden emekli oldum. Kendi işimi kurmayı istedim. İki iş güvenliği uzmanı arkadaşımla birlikte iş sağlığı ve güvenliği (OSGB) işine başladım.
Bir iş yerimiz vardı. Çok didikleyen, az giden, öneri ve tespitlerle tez gitmeye çalışan; çalışırken de kafasında deli sorular olan bir kurumdu. Kurumsal bir aile şirketiydi. Kılı kırk yarardı. İşte o günlerden birinde, çok sevdiğim insan kaynakları sorumlusu, deftere yazmış olduğum bir tespit ya da öneri nedeniyle; buna yetkin olup olmadığımı sorgulama amacıyla; elçiye zeval olmaz denen türünden, konuyla ilgili belgemi istedi. Dediğine göre kurum istetmişti.
”Neden ki? Belgelerim zaten var, madem öyle tamam…” Dedim, uzatmadım. Sertifikaların arasından birini alıp götürdüm ve verdim:
Akşehir Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği, ünlü mizah ustası Nasreddin Hoca’nın kendi fıkrasından esinlenerek, Nasreddin Hoca’nın türbesini ziyaret eden yerli ve yabancı turistlere, ”Dünyanın ortasına ayak bastı” sertifikası vermektedir. Ziyaret ettiğimde ben de bir fotoğraf verip almıştım bu sertifikadan. Espriyi de sevdiğimden, iş yerimdeki odamın duvarına da diplomamın yanına asmıştım. Ülke mozaiğimizde çok önemli yeri olan Nasreddin Hoca’mızı da fıkrasıyla burada anmış ve yad etmiş olayım:
Nasreddin Hoca’ya sormuşlar, ”Dünyanın ortası neresi?” diye. Hoca, eşeğinin ön ayağının bastığı yeri göstererek, ”İşte burası” demiş. ”Ya Hocam olur mu?” diyenlere ise ”İnanmazsanız ölçün” demiş.
Belgelerim istendiğinde,uzun uzun anlatmaktansa bu sertifikamı götürdüm. İnsan kaynakları sorumlusu, belgeyi alınca gülümsedi ve başka bir şey demedi. Nasreddin Hoca’nın da yardımıyla, esprili bir şekilde yanıt vermiş oldum…