Çocukken arkadaşlarımın arasında onlar da vardı. Çam ağaçları arasında büyüdüm. Köşe kapmaca oyunumuzun baş aktörleri oldular. Seksek, saklambaç, beş taş, kırk taş, çelik çomak, körebe, saklambaç bütün oyunlarımıza şahitlik ettiler, kumrulara ve ağustos böceklerine ev sahipliği yaptılar. Onların sayesinde öğrendim kumruların ve ağustos böceği ile karıncanın öykülerini. Ben de onlara şahitlik ettim; kabukları sıyrılıp akan reçineyi görünce ağlama dedim ve sarıldım sımsıkı; çocuk aklımla. Yeniden gittiğimde evlerimiz yoktu ama onlar hala oradaydılar, aynı yerinde, sabırlı ama gövdeleri büyümüş ve heybetli. Daha da çoğalmıştı arkadaşları; sahne bu sefer çocuk parkı olmuştu… Biraz daha yürüdüm bir çama daha rastladım. Babamın çalıştığı yerin bahçesinde. Babamın minik bisiklet çantasında yerini alıp eve geldiğinde, kırarken elimizi karaya boyayan kabukların içinden çıkan fıstıklar için teşekkür ettim ona da. Daha da ilerde kocaman bir çamlık vardı. Buradaki çamlar hayatımda gördüğüm en büyük çamlardı. Görebilmek için kafamı iyice yukarı kaldırmam gerekiyordu. Bunlar Abdülhamit zamanından kalma çamlardı. Merak ettim ve Sosyal Bilgiler öğretmenime bize Abdülhamit’i öğretir misiniz? dedim. Çamlar bende tarihi öğrenme isteğini uyandırıyordu. Öğretmenim ”yakın tarihler için kaynak çok ama
dikkat etmek lazım birinin ak dediğine diğeri kara diyor‘’ dedi ve yerel bir tarihçinin ”Salnameler” ile ilgili çalışmasını kaynak olarak gösterdi. Türkçe Öğretmenim de ‘’çok iyi analiz yapmak gerekiyor, bunun için de okumak gerekiyor‘’dedi. Bir de Baş öğretmenimizden öğrenmek istedim ve ulaştığım bilgi bana sahip olduğumuz öğretmenlerimiz ,değerlerimizden yana ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez daha hatırlattı:
‘’Yıl 1937. Yaz günlerinden birinde. Sürekli takip ettiği yazar Nizametin Nazif, Abdülhamit’e hakarete varan yazılar yazması üzerine Atatürk’ün emriyle Dolmabahçe’ye gelmiştir.
Atatürk: “Yazını okuyorum. Hürriyetin ilan edildiği zaman küçük bir çocuk olman lazım. Fakat tebrik ederim o günleri iyi canlandırıyorsun. Yalnız Abdülhamid’i hiç sevmediğin belli. Sevme Abdülhamid’i. Gene de sevme! Fakat sakın hatırasına hakaret edeyim deme.
Senin neslin biraz daha temkinli kararlar vermeye alışmalı. Bak çocuk! şahsi kanaatimi kısaca söyleyeyim: Tecrübe göstermiştir ki toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun ahvali meşkuk (ne olacakları şüpheli) ve hudutları yalnız düşmanlarla çevrili bir büyük
devlette, Abdülhamid’in idare tarzı azami müsamahadır (en yüksek hoşgörüdür). Hele bu idare on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında tatbik edilmiş olursa…” ( Nizamettin Nazif Tepedenlioğlu’nun hatıralarından)